Yürüyorum…
Issız bir sokak ama ben çok kalabalık hissediyorum. Sanki iğne atsan yere
düşmeyecek. Yalnızlığımın içinde tepinen bir sürü insan beynimin en uç
noktalarına işliyor seslerini. Yalnızlığım mı, çaresizliğim mi? Her ikisi
birbirinden farklı mı ki? Neler düşünüyorum, neler saçmalıyorum gecenin üçünde.
Yalnız insan çaresiz insan mıdır? Yoksa çaresiz insan mı kendini yalnız
hisseder? Aslında çok dostum vardır selamımı alan, yüzüme gülümseyen, dünyamı
bir anlığına da olsa aydınlatan. Gerçi dost mudur bütün bunları yapan?
Bilemedim. Kafamda bin türlü soruyla yürüyorum… Köşe başında, köhne bir evin
eprimiş duvarının önünde ısınmaya çalışan yaşlı bir adam… Bana bakıyor gibi,
belki de konuşacak. Ama ben her şeye olduğu gibi ona da teğet geçiyorum.
Kayıtsızım şu aralar her şeye, herkese. Belki başka bir gece diyorum içimden ve
adımlamaya devam… İleride bir ağaç, yıllanmış belli. Hani şu ihtiyar çınar
ağaçları gibi tüm azametiyle dimdik durup gelen geçeni “Ben sizler gibisini çok
gördüm. Siz de kim oluyorsunuz?” diye aşağılarcasına süzen ağaçlardan. Belki
öyle değil de gecenin bu vaktinde ben öyle algılıyorum. Ağacın altından
geçerken bir aydınlanma yaşıyorum, sanki gün doğuyor, sanki ben doğuyorum.
Kendimi hemen kaldırımın en dip köşesine atıyorum ki acısız olsun yeniden
doğuşum. Her doğum gibi bu da sancılı oluyor hele ki benim gibi sürekli
sorgulayan birinin yeniden doğması handiyse imkânsız.
Tamam
işte, doğdum, sonunda kavuştum dünyama. Etrafım insan kaynıyor. Gözümü
açtığımda ilk gördüğüm o yaşsız ağaçtı. Başımı hafif çevirdiğimde hayatın
içinde olduğumu anladım. Kimse beni fark etmiyor, herkes umursamadan yoluna
devam ediyordu. Evet, yeniden doğmuştum. Yeni yüzyıl böyleydi: Kalabalıklar
içinde yalnız, sonsuz derman ummanında biçare. Hakan TOKDEMİR