Battista’nın zamanında “Ana ve babaların çocuklarına
bağışlayabilecekleri en güzel miras, günlük zamanlarından birkaç dakikadır.”
derken ne kadar da haklı olduğunu Radyo Pencere’nin ilk sayfalarında yeniden fark
ediyorum. Günümüzün en önemli sorunlarından biri olduğunu düşündüğüm bir
konunun bundan yıllar önce yaşamış bir yazar tarafından dile getirildiğini
görmek bazı şeylerin ne yazık ki hiç değişmediğini gösteriyor bize. İşte
günümüz çocuk ve gençlik yazınının en önemli ve en içten yazarlarından Hacer
Kılcıoğlu’nun son kitabı da ana izlek olarak aile içi iletişimi(sizliği) ele
alıyor. Günümüzde eskisi kadar değer görmeyen radyoyu o kadar güzel bir kurguda
işliyor ki insanın hemen radyoyu açası geliyor. Olaylar anne ve babası
ayrılmış, babasıyla yaşadığı halde babasız büyüyen Ekim’in başından geçenlerin
etrafında dönüyor. Ekim, gizemli bir anahtar buluyor ve anahtarın açtığı evde
kendi hayatına da bir şeyler açıldığını görüyoruz. Ekim’in kafasında durmayan
vızıldayan bir arı da kanımca çok güzel bir imge oluşturuyor. Bu noktada
yazarın dili nasıl ilmek ilmek işlediğinin ayrımına bir kere daha varıyoruz. Başkarakterimizin
babası arıcılıkla geçimini sağlıyor ve oğluyla arılarla ilgilendiği kadar
ilgilenmiyor. Bu arada arı Ekim’in zihninde hiç susmuyor. Ne zaman ki babasıyla
sıkıntılarını paylaşıp babasının kendisini anlamasını sağlıyor, işte o zaman
bir bakıyoruz arı uçup gitmiş. Kitap 5, 6 ve 7.sınıflara öneriliyor yayınevinin
sitesinde ancak içindeki çocukla bağını hiç koparamayan tüm yetişkinlerin de
hem keyif alarak hem de günlük hayatın telaşında ailesiyle ilgili
unuttuklarının farkına vararak okuyabilecekleri bir roman Radyo Pencere. Haydi,
kendinizi tertemiz bir hava giren bir pencere bir de sevdiğiniz radyoyu açarak ödüllendirin.
Her pencere farklı bir bakış açısıdır, unutmayın. Hakan TOKDEMİR
30 Aralık 2019 Pazartesi
25 Aralık 2019 Çarşamba
YALNIZLIĞIN SESİ
Sesi
çıkmıyor yalnızlığımın,
Uğultusu
kesilmiş içimdeki yabancının
Baş
başa düşüncelerimle
Gecenin
bir yarısında ben varım.
Samanlıkta
iğne misali
Kimse
fark etmiyor beni
Ya
batarım diken misali
Ya
üstlerine kalırım raptiye gibi
Sakince
ay fısıldıyor göğsüme
Bulanık
fikirlerim çarpışırken delice
Işığı
süzülüyor ruhumdan içeri
Dur,
aydınlatma ne olur diyorum beni
Bir
ses geliyor gibi yan odadan
İşte
o ses yine beni çıldırtan
Rüzgâr
örtüyor üstünü sesin usulca
Gözlerim
kapandı ama ruhum darda
21 Aralık 2019 Cumartesi
NE OLDUM DEME, NE OLACAĞIM DE
“Hayat, siz planlar yaparken başınıza gelenlerdir.”der John
Lennon ancak devamını getirmez: “Planlarımız altüst olursa yeniden mi
başlamalıyız yoksa her şeyi kabullenmeli miyiz?” İşte bu soruya kentte lüks bir
yaşam süren Gümüşsoy Ailesi’nin zorunluluktan dolayı köye yerleşmesiyle nasıl
bir yanıt verdiğini eğlenceli olduğu kadar dilin olanaklarından da sonuna kadar
yararlanarak vermeye çalışıyor çağdaş yazınımızın İzmirli temsilcisi Neslihan
Acu. İki çocuklu bir aile düşünün ki kentte zengin ama amaçsız, mutsuz, aynı
evde birbirlerinin iç dünyalarından habersiz yaşarken(ki bu yaşamak sayılır mı?)
bir anda babaları, artık beş kuruşumuz kalmadı, köye yerleşeceğiz, diyor. Devamı;
tüketim, kırsal yaşam ve varlık-yokluk üzerine düşündürürken arkadaşlığa,
yaşama ve dayanışmaya dair ölmez tohumlar eken, her şeye karşın “Birlikte
olunca her güçlük aşılır.” iletisini veren “Neydik N’olduk Ailesi”nde. Günışığı Kitaplığı'ndan yayımlanan bu romanı özellikle yetişkinlerin de okuması gerektiğini düşünüyorum çünkü günlük telaşlarımızdan dolayı ne yazık ki yaşamı ıskalıyoruz; sevdiklerimizin neler hissettiğini, iç dünyalarının ne durumda olduğunu biliyor sanıyoruz ama aslında hiçbir şeyden haberimiz yok. Belki bu kitabı okuduktan sonra benim yaptığım gibi sizler de içinize dönük bir sorgulama yaparak neleri kaçırdığınızı belirler ve hiçbir şey için geç değildir diyerek yeni bir yaşama başlayabilirsiniz. Ne dersiniz? Neden olmasın?
Hakan TOKDEMİR
Hakan TOKDEMİR
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)