30 Aralık 2019 Pazartesi

YENİ BİR PENCEREYE NE DERSİNİZ?



Battista’nın zamanında “Ana ve babaların çocuklarına bağışlayabilecekleri en güzel miras, günlük zamanlarından birkaç dakikadır.” derken ne kadar da haklı olduğunu Radyo Pencere’nin ilk sayfalarında yeniden fark ediyorum. Günümüzün en önemli sorunlarından biri olduğunu düşündüğüm bir konunun bundan yıllar önce yaşamış bir yazar tarafından dile getirildiğini görmek bazı şeylerin ne yazık ki hiç değişmediğini gösteriyor bize. İşte günümüz çocuk ve gençlik yazınının en önemli ve en içten yazarlarından Hacer Kılcıoğlu’nun son kitabı da ana izlek olarak aile içi iletişimi(sizliği) ele alıyor. Günümüzde eskisi kadar değer görmeyen radyoyu o kadar güzel bir kurguda işliyor ki insanın hemen radyoyu açası geliyor. Olaylar anne ve babası ayrılmış, babasıyla yaşadığı halde babasız büyüyen Ekim’in başından geçenlerin etrafında dönüyor. Ekim, gizemli bir anahtar buluyor ve anahtarın açtığı evde kendi hayatına da bir şeyler açıldığını görüyoruz. Ekim’in kafasında durmayan vızıldayan bir arı da kanımca çok güzel bir imge oluşturuyor. Bu noktada yazarın dili nasıl ilmek ilmek işlediğinin ayrımına bir kere daha varıyoruz. Başkarakterimizin babası arıcılıkla geçimini sağlıyor ve oğluyla arılarla ilgilendiği kadar ilgilenmiyor. Bu arada arı Ekim’in zihninde hiç susmuyor. Ne zaman ki babasıyla sıkıntılarını paylaşıp babasının kendisini anlamasını sağlıyor, işte o zaman bir bakıyoruz arı uçup gitmiş. Kitap 5, 6 ve 7.sınıflara öneriliyor yayınevinin sitesinde ancak içindeki çocukla bağını hiç koparamayan tüm yetişkinlerin de hem keyif alarak hem de günlük hayatın telaşında ailesiyle ilgili unuttuklarının farkına vararak okuyabilecekleri bir roman Radyo Pencere. Haydi, kendinizi tertemiz bir hava giren bir pencere bir de sevdiğiniz radyoyu açarak ödüllendirin. Her pencere farklı bir bakış açısıdır, unutmayın. Hakan TOKDEMİR



25 Aralık 2019 Çarşamba

YALNIZLIĞIN SESİ



Sesi çıkmıyor yalnızlığımın,
Uğultusu kesilmiş içimdeki yabancının
Baş başa düşüncelerimle
Gecenin bir yarısında ben varım.

Samanlıkta iğne misali
Kimse fark etmiyor beni
Ya batarım diken misali
Ya üstlerine kalırım raptiye gibi

Sakince ay fısıldıyor göğsüme
Bulanık fikirlerim çarpışırken delice
Işığı süzülüyor ruhumdan içeri
Dur, aydınlatma ne olur diyorum beni

Bir ses geliyor gibi yan odadan
İşte o ses yine beni çıldırtan
Rüzgâr örtüyor üstünü sesin usulca
Gözlerim kapandı ama ruhum darda
 Hakan TOKDEMİR

21 Aralık 2019 Cumartesi

NE OLDUM DEME, NE OLACAĞIM DE


“Hayat, siz planlar yaparken başınıza gelenlerdir.”der John Lennon ancak devamını getirmez: “Planlarımız altüst olursa yeniden mi başlamalıyız yoksa her şeyi kabullenmeli miyiz?” İşte bu soruya kentte lüks bir yaşam süren Gümüşsoy Ailesi’nin zorunluluktan dolayı köye yerleşmesiyle nasıl bir yanıt verdiğini eğlenceli olduğu kadar dilin olanaklarından da sonuna kadar yararlanarak vermeye çalışıyor çağdaş yazınımızın İzmirli temsilcisi Neslihan Acu. İki çocuklu bir aile düşünün ki kentte zengin ama amaçsız, mutsuz, aynı evde birbirlerinin iç dünyalarından habersiz yaşarken(ki bu yaşamak sayılır mı?) bir anda babaları, artık beş kuruşumuz kalmadı, köye yerleşeceğiz, diyor. Devamı; tüketim, kırsal yaşam ve varlık-yokluk üzerine düşündürürken arkadaşlığa, yaşama ve dayanışmaya dair ölmez tohumlar eken, her şeye karşın “Birlikte olunca her güçlük aşılır.” iletisini veren “Neydik N’olduk Ailesi”nde. Günışığı Kitaplığı'ndan yayımlanan bu romanı özellikle yetişkinlerin de okuması gerektiğini düşünüyorum çünkü günlük telaşlarımızdan dolayı ne yazık ki yaşamı ıskalıyoruz; sevdiklerimizin neler hissettiğini, iç dünyalarının ne durumda olduğunu biliyor sanıyoruz ama aslında hiçbir şeyden haberimiz yok. Belki bu kitabı okuduktan sonra benim yaptığım gibi sizler de içinize dönük bir sorgulama yaparak neleri kaçırdığınızı belirler ve hiçbir şey için geç değildir diyerek yeni bir yaşama başlayabilirsiniz. Ne dersiniz? Neden olmasın?
Hakan TOKDEMİR