“‘Güzel kadın şu Leia’ diyorum. ‘Çok’ diyor. ‘Hiç
yaşlanmıyor.’ ‘Ölmüyor da.’
Aralarında bir sır varmışçasına gülümseyerek Leia’ya bakıyor. Benim oradaki varlığımı yok sayan bir bakış bu. ‘Herkes gider, Leia kalır. O yarı yolda bırakmaz.’ ‘Ben seni yarı yolda bırakmadım ki Selim, yol bitti.’” (“Son Bir Çay”, Melisa Kesmez)
Aralarında bir sır varmışçasına gülümseyerek Leia’ya bakıyor. Benim oradaki varlığımı yok sayan bir bakış bu. ‘Herkes gider, Leia kalır. O yarı yolda bırakmaz.’ ‘Ben seni yarı yolda bırakmadım ki Selim, yol bitti.’” (“Son Bir Çay”, Melisa Kesmez)
Hani bazen bir duyguyu ifade etmek istersiniz de söyleyecek söz
bulamazsınız ya, işte Melisa Kesmez o durumda denebilecek en güzel sözleri
bağlama oturtmayı çok iyi başarmış hem de tadını kaçırmadan, okuma keyfimizi
azaltmadan. Gereksiz betimlemeler gördüğünde kitaptan soğuyan ben, bu öyküleri
dönüp dönüp tadını çıkara çıkara yeniden okudum, zihnimde canlandırdım, o
hazzın bitmesini hiç istemedim.
İlk öykü “Kalanlar”, gerçekten
de bile isteye kalanları anlatıyor, bir terk ediliş öyküsü gibi görünse de
kalmayı bile bile kabullenenlerin öyküsü. Zor olacağını bile bile, acıdan telef
olacağı garanti görünse de kalanların öyküsü. Şairin, “Aslında giden değil/ Kalandır terk eden/ Giden de/ Bu yüzden gitmiştir
zaten”1 dizeleri geliveriyor hemen aklıma. Kaç kişiyi terk
ettim, kaç kişi benden gitti? Sorguluyorum tüm vazgeçişlerimi, beklentilerimi
ama beklememem gerekenleri… Başarıyor bunu Kesmez, hem de gözüme sokmadan.
Kendi içime dönüyorum, sindirmeye çalışıyorum edebi kaygıdan uzak ama bir o
kadar da edepli betimlemeleri. “O da
gittikten bir süre sonra kendimi ormanını yitirmiş bir ağaç gibi hissetmeye
başladım, çölün ortasında tek başına bir tenere ağacı, bir ormanın son üyesi.”
Hepimiz böyle hissetmez miyiz çoğu zaman? Hangimiz yalnızlığı kendimiz
seçtiğimizde dahi bir süre bu duyguyu yaşamayız? (Tenere ağacının hazin
öyküsünü de okumanızı öneririm.) Ben de “Kalanlar”
bittiğinde size garip gelebilir ama bir anlığına tenereye döndüm. İyi ki devamı
vardı.
Büyük bir merakla ve hevesle geçtim ikinci öykü “Son Bir Çay”a. Okudukça kendi hayatımla bağdaştırdım, bağdaştırdıkça
öykü benim öyküm oldu, Selim ise ben oldum. Ne tanıdık bir durum ama bir o
kadar da dışarıdan bakış, içe dönüş. Bir adamın annesi olmayı kabullenmeyen bir
kadın, annesi ölene kadar her kadında anneyi arayan, bağımlı bir adam. Ben de
benzerini yaşadım diyorum, ben de annem ölene kadar savunmasız bir çocuktum, o
eşsiz acıdan sonra olgunlaştım. Her insan annesi ölene kadar çocuktur derler
ama bazıları bebektir demeyi ihmal ederler. İşte, Kesmez’in en güçlü özelliği
de günlük yaşamda sıkça karşılaştığımız bunun gibi durumları ağdadan uzak
üslubuyla iliğimize kadar geçirmesi.
Üçüncü öyküye hazırım artık. Tüm sırlarımı soyunup son bir çay koyuyorum
kendime ve başlıyorum “Annemin Çadırı”na.
Bu kitapta öyküler birbirinden farklı görünüyor ama okudukça anlıyorum ki hepsi
bir bütünü oluşturuyor. Şimdi sırada evliliğinde mutlu olmayan bir annenin
deprem korkusunu bahane edip apartmanının karşısındaki çadırda yaşamaya devam
etmesini anlatan bir öykü var. “Annemle
babamı alıp uçsuz bucaksız bir çöle koysak zıt yönlerde yürüyeceklerine
emindim. Tut ki karşılaştılar, birbirlerine adlarını bile sormaz, öylece geçip
giderlerdi. Ama işte şimdi bir balkonda yan yana koymuştu hayat onları. Biri
onları aynı öyküye yazmıştı. İki insan, bir çanak karpuz, masaya serili Fotomaç'ın
üzerinde anbean yükselen bir kabuk tepesi ve bir televizyon. Balkonun sinekler
üşüşmüş lambasının altında, sessizce oturmuş ömür tüketiyorlardı.” Sade ve
gösterişsiz bir dil nasıl böyle şaşalı olabiliyor diye soruyorum kendime.
Yanıtı, Kesmez’in kaleminde gizli.
Uzun zamandır beni bu kadar çarpan, yaşamıma dönüp dönüp sorgulatan aynı
zamanda içimi sızlatan öyküleri üst üste okumamıştım. Yazar, kendi varlığını
hissettirmeyen ancak “bunların arkasında güçlü bir kalem var”ı da zihnimizden
eksik etmeyen üslubuyla okunmayı hak ediyor.
Kitapta “Görüşürüz” ve “Kız Kardeşim Handan” başlıklı iki güzel
öykü daha var ama ben onların tadını tamamen sizlerin çıkarmasını istediğim
için onlardan hiç söz etmeyeceğim. Yazımı, kitabın başındaki Gaston
Bachelard’tan alıntılanan “Yaşamın ilk
çabası kabuk oluşturmaktır.” sözüyle bitirirken mekânınız “nohut oda, bakla
sofa” da olsa geniş mutlulukları içine sığdırmanın ancak edebiyatla mümkün
olacağını da unutmamanızı diliyorum.
“Nohut Oda”,
Melisa Kesmez, İletişim Yayınları, İstanbul, 2019.
1 Terk Eden, Murathan Mungan
Hakan TOKDEMİR