26 Aralık 2021 Pazar

KUMSAL’IN ÇİZGİLİ DÜNYASI

 


Ne çok gereksiz şeyi takıyoruz kafamıza günlük hayatta, hiç düşündünüz mü? Hayat telaşıyla, sonradan düşündüğümüzde saçma sapan diye nitelendirdiğimiz anlamsız şeylerle boğuşurken “an”ı kaçırıyoruz. Bir de bunun yanında OKB’niz yani takıntı bozukluğunuz olduğunu düşünün, yaşam ne çok zorlaşırdı değil mi? Çocuk ve gençlik edebiyatımızın sevilen kalemi Hanzade Servi, Tudem’den yayımlanan Kumsal’ın Çizgili Dünyası adlı yapıtında bizi on üç yaşında, OKB teşhisi konmuş Kumsal adındaki sevimli oğlanla tanıştırıyor. Kitabı okudukça Kumsal’la duygudaşlık (empati) yapıp hayatının ne kadar zorluklarla dolu olduğunu görüp üzülüyor insan ister istemez. Zaten çocuklarımıza yeterince zorluk çıkarttığımız yeryüzünde Kumsal gibi çocuklarımızın varlığı derinden yaralıyor bizi ama enseyi karatmamıza izin vermiyor Servi. Kitabın her satırında yaşama sevgisi ve umudu bize göz kırpıyor.

Yazarın ad seçimleri de hayli eğlenceli ve yaratıcı. Kumsal Mavidalga, Şırılırmak, Muhteşem ve Harika teyzeler, Esila, Müzeyyen Pirüpak… Verilen adların karakter özellikleriyle de ilişkili olduğunu okudukça ve üzerinde düşündükçe anlayabiliyorsunuz. Kumsal’ın çevresindeki herkes bilerek veya bilmeyerek takıntılarını yenmesinde yardımcı olurken dostluğun, sevginin, desteğin önemini bir kez daha hatırlıyoruz.

Yapıtta dikkatimi en çok çeken bölümlerin başında Kumsal’ın okulundaki tiyatro gösterisinde neredeyse herkesin prens veya prenses olmak istemesiydi. Servi, günümüzde toplumumuzda sıkça karşılaştığımız, çoğunlukla aile kaynaklı “En iyi, en önde ben olmalıyım.” temelli davranış modeline değinirken çözümü çocukların bulmasına da aracı olarak etkileyici bir iş çıkarmış. Yardımcı rollerin de en az başrol hatta belki onlardan da değerli olabileceğini Müzeyyen karakteriyle destekleyerek bir kez daha okura sunan Servi, okura kanımca çok anlamlı bir armağan sunmuş. “Biz hayatımızın kameramanı değil, başrol oyuncusuyuz Kumsal. Gördüklerini kaydetme telâşını bırak; sadece yaşa.” ifadeleriyle de önemli olanın insanın kendi yaşamında başrolü oynaması olduğunu ekleyerek çok önemli bir yaşam dersi vermeyi ihmal etmemiş.

Kitap 4, 5, 6 ve 7. sınıflara öneriliyor yayınevinin sitesinde ancak her zaman belirttiğim gibi içindeki çocukla bağını hiç koparamayan tüm yetişkinlerin de hem keyif alarak hem de belki kendi takıntılarını sorgulayıp çözüme ulaştırarak okuyabilecekleri bir roman Kumsal’ın Çizgili Dünyası.

 

Kumsal’ın Çizgili Dünyası”, Hanzade Servi, roman, Tudem, İzmir, 2021

 

 

18 Kasım 2021 Perşembe

SON ŞANS DURAĞI, UMUDUN SON TANIMI


          

“Yaşam bedenin fiziksel olarak işlevlerini yitirdiğinde değil, insanın umudunu tükettiğinde biter.” sözünü her satırında derinden hissettiren bir yapıtla karşımızda yine her yaşa hitap eden değerli yazar Çiğdem Sezer. “Günışığı Kitaplığı”ndan yayımlanan son kitabı “Son Şans Durağı” okuru önce adıyla yakalıyor; sonra da içtenlikle işlenmiş olay örgüsü, karakter çözümlemeleriyle okurun kitabı elinden düşürmemesini sağlıyor. Son Şans Durağı başlığı okudukça ne kadar yaratıcı bir seçim olduğunu bize kanıtlıyor. Yazma çalışması yaptığım derslerimde de sürekli vurguladığım gibi başlık seçimi çok önemlidir. Hem içerikle ilgili ipucu barındırmalı hem de dikkat çekici olmalıdır. Bu yönden üzerinde düşünüldüğü çok belli olan bir başlıkla karşılaşıyoruz.

Bölüm bölüm ilerleyen kitabın her bölümünün başında o bölümle bağlantılı vurucu ifadeler seçilmesi bazıları için merak duygusunu zedeleyici bir yöntem sayılsa da kullanılan ipucu niteliğindeki sözlerin bu yapıtta olduğu gibi doğru ve yerinde seçilmesi tam aksine merakı artırıyor. Kitabın giriş bölümünün başındaki “Bir gün öyle bir şey olur ki… Dünya, kaç bucak olduğunu çivi gibi çakar kalbine.” ifadesinin “İnsan, kalbine çakılan çiviyi nasıl anlatır?” giriş cümlesiyle birlikte insanda bıraktığı etkiyi anlatmak pek de kolay olmuyor. Daha başından duygu tellerimizi sürükleyici bir anlatımla titreteceğinin belirtilerini veriyor yapıt.

Annesini doğumda, çok sevdiği üvey annesini de on altı yaşında yitiren ana karakter Sefa’nın ağzından hem bir hayat muhasebesi yapılırken hem de kenar bir semt lisesinde, kendilerinden umudun kesildiği, yoksul gençlerin hayatına ustaca dokunuluyor. Sefa’nın yaşamına önce, eve yeni ve tutucu bir anne getirdiği için babasıyla tartışıp evden kaçtığı gece tanıdığı Kenan Abi dokunuyor. Yapıtın ilerleyen bölümlerinde okula yeni gelen beden eğitimi öğretmeninin hem Sefa’nın hem de okulda baş belası sayılan gençlerin yaşamını tümüyle etkilemesi çoğu yerde gözümüzden yaşlar getirecek şekilde ama duyguları da sömürmemeye dikkat edilerek ele alınıyor.

Bir öğretmenin öğrenci yaşamlarını ne kadar etkilediğini ele alan hepimizin de bildiği gibi birçok yapıt var. Ölü Ozanlar Derneği, Koro, Sınıftan Yükselen Sesler gibi yapıtlarda okula bir öğretmen gelir ve sanki elinde bir sihirli değnek varmışçasına çocukların yaşamını tümüyle olmasa da değiştirir. Bu yapıtta da Sezer aynı temadan yararlandığı halde tekrara düşmeden okuru sımsıkı kucaklayan bir kurgu oluşturarak aynı konunun sonsuza dek ele alınmasında bir sıkıntı olmadığını bir kez daha kanıtlıyor.

Kitap 6, 7, 8.sınıflar ve lise sınıflarına öneriliyor yayınevinin sitesinde ancak her zaman vurguladığım gibi, içindeki çocukla bağını hiç koparamayan tüm yetişkinlerin de hem keyif alarak hem de toplum için ben kendi payıma neler yapabilirim diye düşünerek okuyabilecekleri bir roman Son Şans Durağı. Karşınıza çıkan şansın son olmadığı, çabayla anlamlandırılan bol şanslı günlerde okumanız dileğiyle!

Son Şans Durağı”, Çiğdem Sezer, roman, Günışığı Kitaplığı, İstanbul, 2021.

4 Mayıs 2021 Salı

ANNEMSİZ İKİNCİ ANNELER GÜNÜ

 

Canım Annem,

Yine kapıya dayandı anneler günü, sanki diğer günlerde anneler bir kenara atılıyormuş gibi. Benim içinse sensiz ikinci anneler günü özelliğini taşıyor.

Seni sonsuzluğa uğurlayalı 21 ay olacak neredeyse. Dile kolay, kalbe zor bir zaman dilimi. 39 senesini seninle geçirdikten sonra 2 sene bile sensiz ne kadar zor tahmin edemezsin. Daha dün gibi anımsıyorum tüm yaşadıklarımızı. Ara ara açıp bakıyorum albümlere. Ne çok anı biriktirmişiz seninle; çoğu hüzünlü, kimi mutluluk dolu, kimi komik.

Yıllar yıllar önce henüz ikimiz de gençken, hayat bize daha ağır darbelerini henüz vurmamışken ne eğlenirdik birlikte, ne kahkahalarla çınlatırdık etrafımızı. Artık hepsi mazide kalmış gibi görünse de benim için sen hep şu anımda yaşıyorsun ve geleceğimde yaşamaya devam edeceksin. Ben seni her düşündüğümde bir yandan gözlerim doluyor bir yandan da yüzümde kocaman bir gülümseme beliriveriyor.

Sevgili annem, dünyayı bir yıldan fazla süredir bir salgın kasıp kavuruyor. Senin de ömründe hiç görmediğin türden bir hastalık. Milyonlarca insan yaşamını yitirdi, evlere tıkılmak zorunda kaldık ve yaşam biçimimiz çok değişti. Bazen iyi ki bu günleri görmedin diyorum çünkü zaten son yıllarda iyice bunalmıştın, keyfin hiç yoktu; bir de bu kısıtlamalarla iyice yorulurdu zaten ömrün boyunca hırpalanmış kalbin.

Torunun gayet iyi maşallah. Bıcır bıcır konuşuyor, ne sözler ettiğini keşke duyabilseydin, bizi her seferinde hayrete düşürüyor. Merak etme, seni hiç unutmadı, özellikle onu güldürmek için çubuk kraker yiyişini hep anımsatıyor bana.

Beni sorarsan gayet iyiyim, eğitim uzaktan devam ediyor. Kızımla bol bol vakit geçirmeye çalışıyorum. Onun büyümesinin her anında yanında olmak ve elimden geldiğince bir şeyler öğretmeye çalışmak için sürekli çabalıyorum. Artık önceliğim kızım. Şimdi daha iyi anlıyorum bir ebeveyn olmanın ne demek olduğunu.

Geçen sene de paylaştığım bir söz düşüyor aklıma: “Seni dünyada koşulsuz seven tek varlık annedir; diğer insanlar seni ‘çünkü’lerle sever, anne ise ‘rağmen’lerle.”. Ne kadar da doğru olduğunu yaşadıkça daha iyi anlıyorum. Seni ne kadar kırsam da sen hep beni affettin, karşılık beklemeden, hesap kitap yapmadan. Hakkını asla ödeyemem canım annem.

Mektubuma burada son verirken seni çok ama çok özlediğimi bir daha belirtmek istiyorum canım annem. Keşke sözcükler yetse özlemimi ifade etmeye ama ne yazık ki kifayetsiz kalıyor onlar da. Mektubumu bitirdiğim gibi keşke sana olan özlemimi de sonlandırabilsem ama bu asla mümkün değil, gerçi seni özlemekten de vazgeçmek istemem, o da ayrı bir konu. Huzur içinde uyu güzel kızımın biricik babaannesi, annelerin en güzeli. Seni her zaman sevgi ve saygıyla anmaya devam edeceğim. İyi ki benim annemsin, iyi ki seninle bir ömrün uzun bir zamanını geçirebilmişim. Seni sonsuza kadar sevecek oğlundan en derin saygılarla!


 

23 Nisan 2021 Cuma

OLAMAYAN ŞEYLER Mİ, OLAMAYAN ŞEYLER Mİ?

 


Olmayan şeyler mi, olamayan şeyler mi yoksa olmaya başlayıp da sonlandırılamayan şeyler mi? Füsun Çetinel’in Günışığı Kitaplığı’ndan yayımlanan son yapıtı ama kendisinin ilk öykü kitabı Olmayan Şeyler’i bitirdiğimde bu sorular sardı tüm belleğimi.

Daha çok romanlarıyla tanıdığımız Çetinel, bu defa gençler için sımsıcak ve bir o kadar da çarpıcı on beş öykü yazmış. Klasik öykü tanımından uzakta yer alan öykülerin klasik sonuç bölümleri de yok; olayın akışını, sonlandırılmasını okura bırakmayı tercih etmiş. Yaşam da aslında böyle değil midir çoğu zaman? Hayatta her şeyin net bir şekilde sonlanmadığına defalarca tanık olmaz mıyız? Çetinel böyle yaparak genç okurun hem düşünmesine olanak sağlıyor hem de umudunu her şeye karşın korumasını istiyor.

Yapıtta en sevdiğim öykülerin başında gelen “Ağaçlara Özgürlük”te gezi olaylarını anımsarken başkarakterin “Narsistmişim, bencilmişim, tembelmişim, apolitikmişim. Bilgisayarın başından kalkmazmışım. İşte, istediğiniz oldu! Kalktım bilgisayarın başından. Geleceğime sahip çıkmak için yollara düştüm.” sözleriyle gençlerin yetişkinlere en güzel isyanlarından birine tanık oluyoruz. “Matya Kız” öyküsünde okumak istediği halde kendisine olanak sunulamayan bir genç kızın, “Son Durak C’nnettepe” öyküsünde sevgili(-siz) şiddetine uğrayan bir genç kızın  dramını okurken içinizi burkulmamasına engel olamıyorsunuz.

“Kendime Sevgilerle” ve “İnsan Yavrusu” öykülerinde fantastik dokunuşlar dikkati çekse de Çetinel’in gerçekçiliğinden asla taviz vermeyen üslubunu koruduğunu söyleyebiliriz. Özellikle “İnsan Yavrusu” öyküsünde hayvanlarla insanlar yer değiştirse neler olabileceğiyle ilgili anlatılanlar hepimizin üzerinde düşünmesi gereken bir durum.

Başta da belirttiğim gibi çok şey oluyor ama eğer sonuç odaklı öyküler bekliyorsanız aslında hiçbir şey olmuyor. Her şeyin sonuç ve başarı odaklı olduğu günümüz dünyasında Çetinel’in öyküleri bize “Bir dur kardeşim, bir dinlen, nefeslen, düşün biraz!” diyor adeta. Koskoca bir süreci heba etmenin ne kadar acı bir şey olduğunu bir tokat misali vuruyor zihnimize.

Yaşamın her alanından kesitlere samimi, gerçekçi ve sorgulatan bir üslupla yer veren yapıtı özellikle ilk gençlik döneminde çocukları olan tüm ailelere ve gençlere öneriyorum. Ol(a)mayan şeyler dediklerimizin de aslında bizim dışımızdakilerin hayatında bir şey olduğunu/olabileceğini unutmadığınız günlerde okumanız ve sorgulamanız dileğiyle!

Olmayan Şeyler”, Füsun Çetinel, öykü, Günışığı Kitaplığı, İstanbul, 2021

14 Nisan 2021 Çarşamba

İYİ GÜNLER ECZANESİ, UMUDUN ADRESİ

 


Sevgili Hacer Kılcıoğlu’nun ne zaman bir kitabını okusam aklıma Fransız yazar Rochefoucauld’un “Samimiyet, bir iç açılışıdır. Pek az insanda bulunur.” sözü geliyor. O kadar doğal, içten bir dili var ki inandırıcı olmak için hiç uğraşmasına gerek kalmıyor. Kılcıoğlu, “Günışığı Kitaplığı”ndan yayımlanan son kitabı “İyi Günler Eczanesi”nde de bu samimiyeti hissettirmeye devam ediyor.

Yapıtta olaylar Hazal adlı kızın annesinin işlettiği ve mahallenin adeta bir buluşma noktası sayılabilecek İyi Günler Eczanesi çevresinde gelişirken sanki gerçekten böyle bir eczane varmış gibi düşünüyorsunuz kitap boyunca. Kitaptaki karakterler sanki her gün rastladığınız ama belki de iki çift laf etmeye fırsat bulamadığınız gerçekçilikte karşınıza çıkıyor. Günümüzde sayısı çok azalan bir mahalle kültürünü, bir semt hatta bir şehir kültürünü tüm sıcaklığıyla içimizde bir özlem duygusu yaratarak bize aktaran yazar, zor günlerde bile bize umut aşılamaya devam ediyor.

Kitabın adı bile insanı gülümsetmeye yetiyor; günümüzde insanların bir “İyi günler” sözünü bile esirgediğini düşününce Kılcıoğlu’nun genç okurlara neden iyi geleceğini de tek başına anlatabilen bir başlık olduğunu görebiliyoruz. Bir eczane özelinde ele alınsa da aslında birçok farklı ortama da sokuyor bizi yazarımız. Zengin Roman kültürüne değinmesi de dikkati çeken ögelerden. Ayrıca Engelsiz İlaç projesi, gereksiz veya reçetesiz ilaç kullanımı, matematik olimpiyatları gibi birçok toplumsal konuya da öğretici olmayan bir dille ama aslında gerçekten öğreten bir üslupla ve ustalıkla değiniyor Kılcıoğlu.

Kitap 4, 5 ve 6. sınıflara öneriliyor yayınevinin sitesinde ancak içindeki çocukla bağını hiç koparamayan tüm yetişkinlerin de hem keyif alarak hem de günlük hayatın telaşında atladıklarının farkına vararak okuyabilecekleri bir roman İyi Günler Eczanesi. İyi günler sözünün içtenlikle söylendiği günlere ivedilikle kavuşmak dileğiyle herkese iyi okumalar.

İyi Günler Eczanesi”, Hacer Kılcıoğlu, roman, Günışığı Kitaplığı, İstanbul, 2021

30 Mart 2021 Salı

MAYMUNA DÖNEN DEDE Mİ, DEDEYE DÖNEN MAYMUN MU?

 


Sayfalarını çevirince içindekiler bölümüyle hemen merak uyandırdı bende Eşref Karadağ’ın son yapıtı Dedem Bir Maymun. Bir çocuk hatta bir yetişkin için bile en önemli öğenin merak olduğunu düşünenlerdenim çünkü bir kitap daha ilk sayfalarından bizi bir şeyler hakkında heyecanlandırıyor ve devamında neler geleceği hakkında meraklandırıyorsa o kitabı artık okunmuş sayarım.

Kilerdeki Yaratık, Sandıktan Yılan Çıktı, Salvador Dali Bize Taşındı, Panda Kaçtı, Kravat Takan Ağaç, Dedem Bir Maymun ve Islah Çetesi İşbaşında başlıkları hangi okuru meraklandırıp heyecanlandırmaz ki?

Karadağ’ın son olarak yine Bilgi Yayınevince basılan Torbadaki Maksim Gorki adlı öykü kitabını okumuş ve yazarın güldürürken düşündüren anlatımından çok etkilenmiştim. Bu sefer bir çocuk romanıyla buluşturuyor bizleri. 7. sınıf öğrencisi Tunç’un ağzından beş kişilik sevgi dolu bir aileye konuk oluyoruz. Tunç’un annesi, babası, gelişimsel dil gecikmesi nedeniyle henüz konuşamayan küçük kardeşi ve dedesi saygı ve sevgi dolu ama sakin bir yaşam sürerlerken bir gün babası eve, arkadaşının hediye ettiği bir örümcek maymunuyla çıkagelir. Başlangıçta evin annesinin pek istemediği sevimli maymun, bir süre sonra hepsinin vazgeçilmezi haline gelir.

Sık sık gülümseten, şenlik havasında ilerleyen olay örgüsünün içine Karadağ; aile içi iletişim, sınav kaygıları, ilk aşk, dostluk gibi hayatın içinden kavramları, öğreticilikten uzak durarak ama küçük okurlara sezdirmeyi de çok iyi başaracak şekilde yerleştirmiş. Özellikle evin dedesinin bilgece konuşmalarına, maymunla bir yetişkinmiş gibi kurduğu iletişime hayran kalmamak elde değil.

Merakla yeni kitaplarını beklediğim Karadağ’ın son yapıtının salt çocuklara değil, çocukluğunu yeniden anımsamak isteyen herkese özellikle bu dönemde iyi geleceğine inanıyorum.

Dedem Bir Maymun, Eşref Karadağ, roman, Bilgi Yayınevi, Aralık 2020, Ankara.

 

25 Ocak 2021 Pazartesi

AÇIN PENCERELERİ, UMUDU ALIN İÇERİ





“Tüm insanlık hikâyelere tapar aslında. Bir dine inanmak o dinin hikâyelerine inanmaktır mesela. Birini seviyorsak onunla ilgili kendimize anlattığımız iyi şeylere inanıyoruzdur. Nefret ediyorsak kendimizden, kendimizle ilgili çirkin hikâyelerimiz bizi ele geçirmiştir. Yani anlayacağınız hikâyeler bizim hem çocuğumuz hem annemizdir. Durmaksızın onları doğurur ve yeniden doğarız.” derken “Kapandı Torosların Manzarası” adlı öyküsünde belki de kendi öykü tanımını yapıyor Murat Uzunkaya yayımlanan ilk öykü kitabında. Dili insanı bir diyardan başka bir diyara alırken zamanın nasıl geçtiğini anlayamıyorsunuz. Söylemek istediği çok şey var belli ve sıkmadan, yormadan nakış gibi işliyor demek istediklerini.

“Gidememek” adlı öyküsünde kullandığı “Bir ülke bir çocukta yaşıyor; o çocuk o ülkede yaşayamazken.” ifadesiyle nasıl da yalın ve bir o kadar da etkili anlatıveriyor vatanından uzak düşen bir çocuğun durumunu. “Silgi” adlı öyküsünde “Öğretmenim ben. Çokça tanışmaktır öğretmenlik. Çokça ayrılmak. Çokça duygudur. Çokça sevmektir. Çocuk gözyaşlarıyla ıslanmasıdır gömleğinin. Yüreğinin bir çocuk parkına dönmesidir.” ifadeleri kim bilir belki ben de öğretmen olduğum için yüreğimi delip geçti adeta.

Kitaba adını veren ve kitapta son sırada yer alan “Pencereleri Açın”ı bilinçli mi sona sakladı bilemem ama çok doğru bir tercih olmuş. Öyküdeki karakterin yaşadıkları o kadar iyi kurgulanmış ki kalkıp pencereyi açtım ve daralan ruhumu biraz ferahlatmak istedim.

İlk kitap diye ön yargılı yaklaşmadan okursanız güçlü adımlarla yola çıkan bir yazarı tanıyarak bir iyilik yapmış olursunuz ruhunuza. Kitaptaki 11 öykünün büyük kısmı ilk bakışta karamsar görünse de altlarında hep bir umut olduğunu keşfedecek ve ikinci kez okumaya niyetleneceksiniz. Haydi, açın pencereleri, umudun içeri girmesine izin verin!

 

...................................

Açın Pencereleri”, Murat Uzunkaya, öykü, Duvar Yayınları, İzmir, 2020

 

 

 

SARSINTININ BÖYLESİ DAHA FENA!

 


“Bir şeylerin düzelmeye başladığına inandığın an hayal kırıklığı yaşarsan sarsıntısı büyük oluyor.” diyor Barış İnce son romanında. Baştan sona bu cümleyi kitaba uyarlayarak okudum Barış İnce’nin Sarsıntı romanını. Yapıtta genel olarak hissettiğim tam olarak da buydu: Her an bir şeyler düzelecekmiş, güzel şeyler olacakmış gibi giderken bir anda hayal kırıklığı, derin bir sarsıntı. İnce, son romanında toplumdan bir kesiti arkadaş sohbetinin içine sığdırıyor ama hepimizi derinden sarsarak; arkadaş, eş, güven vb. kavramları yeniden sorgulatıyor bize. Sıradanlıktan uzak kurgulanmış bir cinayet bizi düşünmeye itiyor. Depremlerle sarsıldığımız bir dönemde, depremin açtığı yaralar mı yoksa özellikle güvendiğimiz birinin bilinçlice yaralamaları mı sarsar insanı, düşünemeden edemedim. Sarsılmadan okuyamayacağımız, düşünürken gülüp ağlayacağımız ağlarken düşüneceğimiz ama sonuç olarak sarsıcı bir roman yazmış yine İnce.

Sarsıntı, Barış İnce, roman, Can Yayınları, Kasım 2018, İstanbul.