Issızlığın ortasında saat ihaneti çok az geçiyordu.
Kırık dökük bir koltuk, hiç keşfedilmemiş gibi duran ama aslında çoktan
masumiyetini yitirmiş bir yatak ve hiç geçmeyecekmiş gibi duran mide ağrısı… Sanki
o değildi bu viran odada daha yarım saat önce hayatının yıkımını yaşayan. Sanki
o değildi uğruna her şeyi feda edebileceği insanın o hiç düşünülmeden
söylendiği çok açık olan sözlerini duymak zorunda kalan. Bitmişti her şey, yalınkat
bedeninden yayılan titremeler ağır ama emin zerrelerle sarsıyordu odanın
huzurunu. Yok, dayanamayacaktı; yok, yapamayacaktı. Derin derin nefes almaya
çalışıyordu fakat sanki nefesi kendisini derin derin alıyordu. Evet, terk-i
diyar ediyordu. Yerinden doğruldu, boyası dökülmüş, her yanında binlerce hatıra
yüklü kapıya yöneldi. Son bir hamle, evet, evet becermişti. O kapı, yeni bir
yaşama mı açılıyordu? Bildiği tek şey yaşadığı eşsiz kederdi. Kurtulmak
istediğinden emin miydi bilinmez. Kapının kolunu hızlı ama takatsiz bir ıstırapla
yakaladı. Olacaktı, gün doğmadan neler doğardı… Öyle öğretmişlerdi ona. Ha
gayret, son bir adım daha… Hakan TOKDEMİR