19 Aralık 2014 Cuma

Issızlığın ortasında saat ihaneti çok az geçiyordu. Kırık dökük bir koltuk, hiç keşfedilmemiş gibi duran ama aslında çoktan masumiyetini yitirmiş bir yatak ve hiç geçmeyecekmiş gibi duran mide ağrısı… Sanki o değildi bu viran odada daha yarım saat önce hayatının yıkımını yaşayan. Sanki o değildi uğruna her şeyi feda edebileceği insanın o hiç düşünülmeden söylendiği çok açık olan sözlerini duymak zorunda kalan. Bitmişti her şey, yalınkat bedeninden yayılan titremeler ağır ama emin zerrelerle sarsıyordu odanın huzurunu. Yok, dayanamayacaktı; yok, yapamayacaktı. Derin derin nefes almaya çalışıyordu fakat sanki nefesi kendisini derin derin alıyordu. Evet, terk-i diyar ediyordu. Yerinden doğruldu, boyası dökülmüş, her yanında binlerce hatıra yüklü kapıya yöneldi. Son bir hamle, evet, evet becermişti. O kapı, yeni bir yaşama mı açılıyordu? Bildiği tek şey yaşadığı eşsiz kederdi. Kurtulmak istediğinden emin miydi bilinmez. Kapının kolunu hızlı ama takatsiz bir ıstırapla yakaladı. Olacaktı, gün doğmadan neler doğardı… Öyle öğretmişlerdi ona. Ha gayret, son bir adım daha… Hakan TOKDEMİR