26 Mayıs 2015 Salı

BİR İNSANI KIRMAK



Bir insanı kırmak… Ne kadar kolay söyleniyor, hatta uygulanıyor, değil mi? Her zaman duyarız yıkmak kolay, yapmak zor diye ama ne yazık ki iş uygulamaya gelince unuturuz bu klasik deyişi.
Ben de bugün bir dostu incitmişim derinden. “-mişim” dedim çünkü bilinçli bir şekilde yapmadım, sonradan fark ettim. Onun yüzündeki hüznü, dilindeki sitemi görüp kalbindeki acıyı hissedince anladım. Ne desem bilemedim çünkü yanlış anlaşılmıştım, kendimi yanlış anlatmıştım. Bir şeyler geveledim de başarılı olamadım; yazarın dediği gibi cam kırıkları gibidir bazen kelimeler; ağzına dolar insanın. Sussan acıtır, konuşsan kanatır.
 Dediğim gibi zordur yapıcı olmak, yıkmak kolayken ve nedense insan da kolayı seçer farkında olarak veya olmadan. Ben de belki kolayı seçtim düşünmeden konuşarak, lafın nereye gideceğini hesaplayamayarak. “Dal rüzgârı affetmiştir ama kırılmıştır bir kere.” diyeceğinizi bile bile af diliyorum kendisinden. Oğuz Atay’ın dediği gibi “İyi geçinmek iki kişinin kusursuz olmasıyla değil, birbirlerinin kusurlarını hoş görmesiyle olur!    Hakan TOKDEMİR





2 Ocak 2015 Cuma

PARMAK UÇLARI YETER Mİ?

“Görmemek, estetik duygulardan yoksunluk getirebilirdi belki; bu işin olumsuz yanıydı. Öte taraftan ahlaki yönden daha saf bir yanı da beraberinde getiriyordu. Ayrımların, hiyerarşinin olmadığı aydınlık bir yerin hayali, karanlığın tam da içinden geçiyordu belki.”
Seran Demiral, son kitabı Parmak Uçları’nda bizi bambaşka bir yaşamla karşılaştırıyor. Aslında yaşamın bambaşka yanlarıyla değil de, görsek de görmek istemeyeceğimiz yanlarıyla yüzleştiriyor dersek daha doğru olur. Günlük hayatta belki defalarca karşılaştığımız engellilerle. Ama bunu yaparken bize öğretici bir üslupla ders verir bir biçimde yaklaşmıyor; samimi, gerçekçi ve sıradanlığın etkileyiciliğiyle içine çekiyor o yaşamların.
Romanda gençleri ilgilendiren birçok unsura yer verilmiş: Ergenlik sorunları, aile içi anlaşmazlıklar, gönül işleri, arkadaş dedikoduları, popüler olmanın getirisi-götürüsü… Bunlar her zaman karşılaştığımız içerikler ancak bunların arasına ustalıkla doğuştan görme engelli Doğan’ı, sonradan görme yetisini kaybeden Mert’i ve ortak arkadaşları hiçbir “engel”i olmayan Işık’ı yerleştirip farklı yönlere çekiyor gençliğin telaşı ve sıkıntılarını.
Ana karakterlere verilen isimlerin bilinçlice yapıldığını hissettiriyor romanın gidişatı. Doğan bir anda Işık’ın kötü yaşamına doğup ona kendini bulmasında rehberlik ediyor; Işık, genç yaşında gözlerini kaybeden Mert’in -kitabın bir yerinde de belirtildiği gibi- yaşam ışığı oluyor. Mert ise Işık ve Doğan’ın desteğiyle mert bir biçimde kısa sürede sıkıntılarının üstesinden gelmeyi başarıyor.
Parmak uçlarıyla hayatın nasıl görülebileceğinin, anlamlandırılabileceğinin anlatıldığı değil, yaşattırıldığı bir yapıt Seran Demiral’ın son kitabı. Kitapta altını çizdiğim o kadar çok bölüm var ki, birini paylaşsam diğerlerine haksızlık olacak gibi geliyor.
Kitap sanki devamı var izlenimi uyandırsa da aslında çok güzel bir sonuca bağlanmış. Yaşamda her an bir devinim, bir değişiklilik olduğunu ve yaşamın bir sürekliliği olduğu gerçeğini hissettiriyor böyle yaparak. Tabii ki istendikten sonra seri haline getirilebilir de ama bu haliyle derdini çok daha iyi anlattığını düşünüyorum.
Her yaştan okurun, yaş farkı gözetmeksizin okumasını istediğim romanlardan birini yazmış genç ve usta yazar Demiral. Özellikle empati yeteneğinin bu kadar güçlü olması kendisini daha da iyi yerlere getirecektir. Yolu açık olsun. Yazımı kitaptan iki görme engelli gencin konuşmasıyla bitirmek istiyorum:
“Keşke görme duyum geri gelse de tat ve kokunun ikisi birden gitse. Razı olurdum.”
“Öyle düşünme Mert. Emin ol, onun da eksikliğini hissederdin. Hem yemeğin tadını almadan yaşanır mı hiç?”
“İyi ama görmek en önemlisi değil mi sence de? Sen eksikliğini hissetmiyor musun?”
“Sen Peru’ya gittin mi hiç?”
“Yoo, ne alakası var ki?”
“Peru’ya gitmedin. Peki Peru’yu özlüyor musun?”          

Hakan TOKDEMİR