“Yalnızca, bu
süper yıldız kümesine neden ‘sınırları ölçülemeyen cennet’ adının verilmiş
olduğunu anlamakta zorlandım. Çünkü o büyük resmin içinde, dünyamızın pek de
cennete benzer tarafı yoktu. Biz mi cehenneme çevirmiştik cenneti? Dünya bu
sınırları ölçülemeyen cennetin cehennemi miydi? Belki de cennet denen şey
içindeki cehennemle anlamlıydı kim bilir?” (Mavi Yıldız, Dilge Güney)
Gerçekten güzelim dünyamızı yaşanacak yer olmaktan
uzaklaştırmıyor muyuz el birliğiyle? Sevdiğimizi söylediğimiz her şeyi son
damlasına dek tüketmek, alışkanlığımız haline gelmedi mi? Bunu her alanda
yapıyoruz sanırım. Ama söz konusu dünyamız olunca bir dur demek gerekmiyor mu?
Bu tükenişin sonlanması için illa bir kıyamet kopması veya mesih mi gelmesi
gerekli?
Kitabı bitmesini hiç istemeden ama bir yandan da devamında
neler olacak diye okurken bu soruları düşürdü zaten muğlak zihnime Dilge Güney.
Zaten kitapta birçok ters köşeye yatırıldığım anlara bir de bu sorgulatıcı
sorular eklendi. Kapitalizmin vardığı korkunç noktaya vardığımız şu dönemde
bilim kurgu demek ne kadar doğru olur bu kitaba emin değilim. Evet, bilimden
sonuna kadar yararlanılmış. Evet, kurgu insanı elinden tutup adeta koşturuyor
ama o kadar güncel sorunlara yaslanmış ki toplumsal gerçekçi bir roman okuyorum
sandım çoğu yerde. İnsanlığın insanlığını kaybettiği ve yapay zekanın ön plana
çıktığı bir dünyaya çok mu uzağız?
Başarılı bir savaş muhabiri annesini kaybetmiş ve dünyanın
en iyi bilim insanlarından birinin kızı olan anlatıcımız Sonsuz. Pahana denilen
teknolojinin üst düzeyde kullanıldığı, insanlığın tüm sıkıntılardan soyutlanmış
biçimde yaşadığı, fildişi kule misali bir tecrit alanı. Teknolojinin kısıtlı
kullanılmasını tercih edenlerin yaşadığı Lanianeka. O kısıtlanmış bölgede
Sonsuz’un arkadaş olup maceralara sürüklendiği Can. Sevgi ve barışı
getireceğine inanılan Kaçinalar. Robogarsonlar, robogüvenlikçiler… O kadar
sağlam bir kurguyla yer verilen onlarca unsur… Güney, Sonsuz’un bakış açısıyla
yanlış giden birçok şeyi görmemize olanak sağlarken bazı bölümlerdeyse geçmişe
dönerek ana olayın ortaya çıkmasını sağlayan durumları üçüncü kişili anlatımla
vermeyi yeğlemiş. İnsanların yapay zeka tarafından kontrol edilecek noktaya
gelmesi ise aslında hiç beklenmedik değil ancak bir yapay zekaya vicdan
yüklemesi tanımlandığı halde bir insan gibi olamayacağı gerçeğini bu kadar
başarılı bir şekilde anlatması takdire şayan.
Güney, bu yapıtıyla Gülten Dayıoğlu Çocuk ve Gençlik
Edebiyatı 2018 İlk Gençlik Romanı ödülünü kaleminin ve kalbinin hakkıyla
aldığını, gerek kurgusu gerek birbirinden güzel betimlemelerin yer yer
eğlenerek dans ettiği yer yerse hüzünle kalbi dağladığı üslubuyla (Sayfa 10’da yer alan “Sesindeki yabancı tonu
ve cümle sonundaki noktanın hemen yanındaki ünlemi de düşününce söylediklerinin
gerçek olmasından korktum.” vb.), gözümüze sokmadan fakat gözümüze girerek
kanıtlıyor.
Uzun zamandır böyle sürükleyici bir bilim kurgu türünde
kitap okumayan benim halimi tahmin edebilirsiniz. Hayatı sorgularken, çok
sezdirmeden ama elindeki olanaklardan sonuna dek yararlanarak insana “Nereye
gidiyoruz?”u düşündürten bir romanı yediden yetmişe tüm okurlara öneririm.
Bakmayın ilk gençlik yazdığına, gençlik insanın ruhunda yaşama heyecanı
kaldığı, zihninin sorulara aç olduğu sürece devam eden bir süreçse okuyun.
Okuyun ve kendinize sorun: “Mavi Yıldız acaba biz miyiz?”
Kitaptan sevdiğim
bir sözle yazımı sonlandırmak istiyorum: “Tüm yalanlar günü gelince ortaya
çıkar mı bilmem ama haddinden büyük olanlar uzun süre gizli kalmıyor.”
Hakan TOKDEMİR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder